Baha Sadık Akınner’in Kaleminden “Anne ve Şiir
Anne ve Şiir…
Anne ve Didem Madak…
Didem Madak ve Şiir…
Ve yaşam…
Ve Sevgi…
Ve dünyanın tüm güzellikleri…
Anne deyince akan sular duruyor dostlar. Anne, karşılıksız Sevgi’yi daha iyi anlatacak bir kelime yok…
Bir bak gözlerine ananın,
Sadece hisset o şeffaf yüreğinden taşan duyguların,
Karşılıksız sevgiyi daha iyi anlatacak başkası yok…
Bugünkü konumuz anne dostlar. Yaşantımız Şiir ya hep, konuğumuz ise: Didem Madak…

Sadece gününde mi anmalı, gününde mi anlamaya çalışmalı. Her gün sunmalı Sevgi’yi. Her gün taşmalı en yoğun duygularla, her gün coşmalı. Sevgi sözcükleri kurmalı her an, illa…
Evet, Sevgi’dir, anneyi düşününce ilk akla gelen. Karşılıksız sevgi. Kendinden geçme, evladına her şeyini verebilme hâlidir. Bir insanın, bir can’ın en kutsal olma hâlidir de aynı zamanda…
Didem Madak, Şiir’imizde “Anne” deyince ilk akla gelen Şair’lerimizden. Kendi de bir anne olan ve annesi, kızı için yazdığı yürek dökümü Şiir’leri…
Önce, Didem Madak ve Pollyanna’ya Mektuplar:
Sevgili Pollyanna!
Radyo Tiyatrosu dinlenirdi bir zaman içimde.
İçimde dünyanın en eski kedisi,
Eski bir sobanın yanında uyuyordu…
Çocuklar bir köşede,
Yenidünya çekirdekleriyle beştaş oynardı.
Frenk elması da derler,
Sarılı – kahverengili bir meyve.
Annem işte öyle bir kadındı…
Çocuklar gökyüzüne bakar sorardı:
Ay dede orada ne yapıyor anne?
Annem öldüğünde ay dede içimde,
Yüzlük bir ampul gibi parçalandı.
Annem işte öyle bir kadındı…
Aşure getiren çocuklara,
Teşekkür eder gibi yaşardı.
Öldüğünde gül resimli bir takvim yaprağıydı…

Didem Madak, bir röportajında şöyle der:
“Beni edebiyatla tanıştıran, annemdir. Birçok güzel çocuk romanı okudum, bu yüzden mutluluk dendiğinde hep o günleri, o çocuk romanlarını hatırlarım. Annemin ölümünden sonra terk edilmiş ve yalnız günler başladı…”
2002 yılında Varlık Dergisi’nde Müjde Bilir ile yaptığı röportajda da kendisi için Şiir’in ne ifade ettiğini şöyle açıklıyor:
“Hayatımla ve kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden, hepsi benden parçalarla dolu. Biraz kadınsı, durup dururken bağıran şiirler…”
Didem Madak’ın Şiir’lerinin en temel özelliklerinden biri feminen doğasıdır. Bu nedenle, Didem Madak’ın dünyası, cinsiyet rolleri içinde erkeklere uzak bir portre çizer. Açık ve yalın anlatımına rağmen Didem Madak, Şiir’inin arka planında barındırdığı anlamlarla çok yönlü okumalara imkân tanır. Buna bağlı olarak, ilk bakışta kadın sesi ile ön plana çıktığı düşünülen bu Şiir, iç katmanlarına nüfus edildikçe varoluşçuluktan, bellek çalışmalarına ve minör edebiyata kadar pek çok yaklaşımla değerlendirilebilir…
“Niçin şiir yazmaya başladığımı düşündüğümde şunu fark ettim” diyor Didem Madak ve ekliyor:
“O dönem şiir bana, herkesten ve her şeyden çok özgürlük vaat ediyordu. Yaşlanmak da benim için bir özgürlük vaadi aslında. Bu yüzden eteklerinin ucundan sarkan paçalı donlarına aldırmadan, örtmeden, gizlemeden dolmuşa binmeye çalışan, önüne gelen erkeğe yardım etmesi için elini uzatan yaşlı teyzelerin durumu bana çok büyüleyici gelmiştir hep. Yaşlı bir kadın hayatının bir dönemini kadın olarak geçirmiştir, ama artık tam bir kadın değildir. Yani bir kadın gibi kendini gizlemek, korumak zorunluluğu yoktur. Yaşlandığım vakit, şiirimin değişebileceğini düşünüyorum…”

Ve Didem Madak’ın, yürek burkan “Annemle İlgili Şeyler” Şiir’i:
Sevgili Anneciğim!
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda.
Kocaman bir dağ lalesi gibi
Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran…
Şimdi mucizevi bir yerdeyim!
Muc’ın ucuz evinde.
Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem,
Duvarlara hep senin resmini çiziyor,
di’li geçmiş zamanda birçok resim…
Hep gülümsüyorsun!
Aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi
Ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında,
Durmadan soluyormuş gibi…
Hatırlar mısın?
Mavi saçlı bir Tanrı gibi severdim Burdur Gölü’nü.
O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü.
Vişne bahçeleriyle dolu,
Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin…
Bazen ölmek istiyorum!
Beni yeniden doğurman için;
İri, ekşi bir vişne tanesi gibi…
Kış başında bir ton kömür yığarlardı kapıya.
Bazen görülen rüyâlar gibi kapkara.
Bir ton rüyâ çıtırdarken,
Sen kar yağmadan önce başkaydın,
Kar yağdıktan sonra bambaşka…
Sanki hep buluğ çağındaydım!
Kuşlar zaptederdi her yeri sabahları.
Binlerce kez söylerlerdi söyleyeceklerin,
Bizim hiç anlayamayacağımız bir şeyi…
Senin şarkıların aç kuşlara buğday saçardı.
Kediler yusyuvarlak dururdu karın ortasında,
Kar manzaralı bir resmin ortasında durur gibi.
Gri kediler sarmıştı etrafımızı, gri dağlar.
Bir tek senin ‘çocuklar üşüyecek’ rengi saçların vardı…
Ben bu eve Muc’ın ucuz evi diyorum!
Yokluğunda böyle oldum.
Mucize öldükten sonra buraya taşındım.
Ve inan!
Muc bu evi bana çok ucuza verdi…
Yaşasaydın; hayatının ortasına,
Güller yığan bir adam olsun isterdim babam.
Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim.
Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu
Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri
Diye başlayan bir çocuk romanında…
Şalına sarınırdın toprağa sarınır gibi!
Erken öleceğini biliyordum bana bırakmak için,
Bu acımasız ölü anne sesini…
Şimdi mucizevi bir yerdeyim!
Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burada
Ve çok ağır ilerliyor.
Yüzümdeki çillerden başka,
İsyan eden biri yok hayatımda…
NOT:
Ölen her kadın için bir şiir yazdım.
Onları Muc’a evin karşılığında verdim,
Çok ucuza.
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı:
ANNE!…
Şiir olur da; Usta’dan, Nâzım’dan bahsetmemek olur mu dostlar…
“Analardır adam eden adamı” demiş ya Nâzım…
“Aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin…”
Biliyorsunuz: Şiir, bahânesidir hayatın… Hoşça kalın…